7 Mart 2010 Pazar

ZORAKİ SEVİLEN MAHALLE ÇOCUĞU...

Mahallenin mecburiyetten sevilen çocuğuyum ben, alır topumu giderim!
dedi umut’baz...

Silkelendi yaşadıklarım, yaşadım sandıklarım..

Beni sadece topum için mi sevdiler?
Yalnızca oyun için mi zile basıp “çıksana dışarı” dediler?
O yüzden mi maç sonrası gazoz kutlamalarında beni hep geri ittiler?
Topum ağacın dalında kalınca, önce benimle üzülüp, alamayacağımızı anlayınca mı gittiler?

Cevaplarını duymak istemezsem, umut’bazın yöntemi işe yarar mı?
Kulaklarımı ellerimle kapayıp “la la la laaaaa” diye şarkı söylesem cevapların sesini boğar mı?


- Peki şimdi ne yapmalı anne, bi söylesene ekmeğime tozşeker ekerken?


Tutunup ağaca yukarı mı tırmanmalı, dalın kırılma ihtimaline karşı? Kıçüstü düşüp acıyacağını bilmeme rağmen..

Yoksa babam yeni top alacak diye kandırmalı mı nankör sokak arkadaşlarımı?

Aslı’nda topu da çocukları da s*ktir edip,
evde zilin çalmayışına,
çocukların topu olan başka arkadaşlar bulmalarına
ve kendi yalnızlığıma alışmalı..

- Anne, az daha şeker eksene şuna.. Belki daha kolay olur yutması..

1 yorum:

ömerscetin dedi ki...

Yürek atışım, hüzünbazım, sevinç ocağım, Aslı’mmm, can kızım…

O çok sevdiğin istiklal caddesi köşe başı satıcılarındaki çakma papirüslere yazılı bir söz vardır; Friedrich Nietzsche’ye ait. Der ki “ Sevdiğiniz insanları düşünüyorsunuz, ama daha derine inin, sonunda sevdiğinizin onlar olmadığını göreceksiniz, siz bu sevginin içinizde yarattığı duyguları seviyorsunuz..! ” o nedenle yutma, aksır-tıksır at dışarı, değerini bilmeyenlere hadlerini bildir.
Seni tanımsız seviyor olmak ne güzel…