15 Ekim 2009 Perşembe

Kanka kuşum.. Özleminle doluyum.. :)



Eskileri kurcaladım yine..
bu mektup çıktı biryerlerden..

Sinem'im...
Seni çok özledim..




09. Ekim. 2006

Tırtılım..
Dün gece kırmızı kutuyu açtım yine.. İçinden bir gazete kağıdından yapılma şapka çıktı..
12 Aralık 2002 tarihli..
Üzerinde “Onur bu haftayı mexica haftası ilan etti. Mexica yaptık. Sinem, Ben, Nurdan, Nuray, Cumhur, Yavuz vs..” yazıyor..
“Neler geçirdik be!..” diye düşündüm..
Camdan atılan çantalarla başlayıp son hafta Büyükada pikniğiyle biten, bu arada etekler kısalan, kaşlar alınan, ders sonraları Yaren’e kaçılan bir 4 yıl.. Dile kolay, ama düşününce uzun bi zaman be.. oldukça..

Sonra, bize 9. sınıfta yaptıkları bir rehberlik testi çıktı karşıma.. Gelecek planlarıyla ilgili olan.. Baktım.. Aslında sadece ufak tefek değişikler var.. Ne olmak istediğimden gayet eminmişim yani.. Vay be.. ☺ Eminim seninkini bulsak, onda da çok değişiklik yoktur.. Bizim kalkınma planlarımız –dış müdahalelerin istisnaları hariç- gayet netti zaten..

Sonra “ne hayaller kurduk” başlığına geçtim.. Spor salonunda başlayıp, eve kurulan 30.000 dolarlık bir Edius masasına kadar uzanan biraz uçuk ama hep dayanağı olan hayaller..ve hatta hayal demenin haksızlık olacağı, çok kere düşünülmüş planlar.. Planlarımız.. Tam olacakken ertelenenler, iptal edilenler, vaz geçilenler, ya da peşinden sonuna kadar koşulacağına and içilenler..

Uzun bir yol yürüdük beraber.. Beşiktaş’tan kendi evine geçerken eşyaları toplandığımız gece bir mektup bırakmıştın bana, ağlamaklı..
“Seni yalnız bırakmam bu İstanbul denen canavarda..” diye..
Bırakmadık.. Ne sen beni.. Ne ben seni.. Bırakmam da..
Ve içinde debenlediğimiz bu varoluş mücadelesinin, nefes aldırmayan ajandaların, yorgunluktan gözleri kanlandıran çalışma temposunun içinde kaybetmemeye çalışıyorum seni.. Bu yuvarlanış, yıllar önceki Kanal D – Fanatik dönemi kopuşuna mahal vermesin istiyorum..

İşte bu yüzden, bir adım atarken, ne olur bana da çıtlat.. Öncesinde..
Haber vermek, fikir danışmak değil bu.. Sadece çıtlat..
Bileyim ki,
tökezleyeceğini tahmin ettiğim yerde seni tutmak için hazır olayım ben..
Hayallerimizi ya da planlarımızı –bizim olup da gecelerce tartıştıklarımızı- hayata geçirirken benden daha fazla güven veren birilerini kaşfetmiş olsan da gecenin 01.30’unda araman için telefonun kısayol tuşlarında hep benim telefonum hazır olacak..
Ve benim ihtiyacım olan anlarda, “yardım et bana kanka!” demeden senin aklına düşmem gerekliliği gerçeği hep baki kalacak..

Başlangıçlarını – bitişlerini kiminle nasıl istersen, nasıl daha iyisini yapabilirsen öyle yap.. Senin için en iyisini senden daha çok isterim, bilirsin..
Ama izin ver, seni nerede kucaklamam gerektiğini önceden bileyim..
Çünklü her ne olursa olsun, gitmeyecek olan tek adamın tırtıl, değişmeyecek olan tek gerçeğin beraber paylaştığımız çadır olduğunu ikimiz de bilyoruz..

Canımın içi..
Geçen hafta zor bir başlangıç yaptın.. Şimdi yeniden yapılandırman gereken bir kalkınma planın var.. Yardım istediğin her an, hatta sen istemeden burnumu sokaraktan orda olacağım..
Ve tay tay durdurmaya çalışacağın bir “Frame’buaz Production”ın.. Bir hayalimiz gerçek oldu sonunda, önemli olan benim neresinde olduğum değil asla.. Daha çok hayalimiz var paylaşacak ne de olsa..
Hepsi için herkes için en hayırlısı olur inşallah..

Kankam, mail kutum sadece cumartesipazar.com uyarıları için değil, her konu için açık.. Bunu da unutma..

Sen karşılıksız ve beklentisiz, ve hatta kendimden vererek sevdiğim tek hemcinsimsin.. Kuşum benim..

Yeniliklerin hepsi hayırlı uğurlu olsun.. Sen koş.. Rahat ol.. Tökezlersen ben yine burdayım..
Seni seviyorum.. Kankamsın benim..

Not: Erdem’ o bileti aldıysan, terlik fırlatıcam sana.. Annenden daha iyi nişancıyım bilirsin.. Öperim..:)

Tırtıl Aslı..

30 Ağustos 2009 Pazar

Ne Tahir ne de Zühre olabilmek,
asıl mevzu,
elmayı gerçekten sevebilmek...
Aldırmadan, elmayı her haliyle kabul edebilmek..
Bu acının arkasında durabilecek kadar cesur kalabilmek..

"boyunun yetdiği yerden, boynumdan öp beni" dedi..
parmak uçlarıma yükselmem gerekirdi..
Ama yaşadıklarım, taşıdıklarım ağır geldi..
Ayaklarım, bileklerimden asfalta kitlendi..
Yükselmeye gücüm yetmedi..
İnancım, umudum, niteliğim ve iyeliğim yetmedi..
öpemedim...

O beni "elma" eğledi,
umurum onu kahraman belledi..
bir efsane olup "kırmızı kutu"nun tek sahipliğe erişti..
yakışmasa da,
bitti.

28 Ağustos 2009 Cuma

aşkın varlığı da dert, yokluğu da..
başlaması bir karmaşa
bitmesi tam bir muamma..

öyle derin uyusam ki,
ne hatırası ne izi kalsa...
Give me god
what you still have.
Give me what no one asks of u..
I do not ask for health, success or for wealth –
People ask that from u so often..
I wonder if u have any of that left.
God,
Give me what u stil have:
Give me people refuse to ask of u.

I want insecurity and disquietude
I want turmoil and brawl, i want hate and loathing..
And if u should give them to me, my lord
Once and for all, let me be sure to have them always
For i will not always have the courage to ask for them.

acı(t)mak..

Acımak yaşadığını hissetmeye eşdeğer..
Acıtmaksa sadece bir umut.. Hatırlamak için..
Kışkırtmak ve senin canını yakmasını sağlamak için.

Kendi canını yakamayacak kadar sever ya insan kendini.. Kendiyle doldukça kaybeder ya ötesini.. Hatırlatmak kolay ama hatırlamak zorlaştıkça dişler başlar kamaşmaya.. Gittikçe bilenir tırnaklar, damak başlar kaşınmaya.. Bir tırmık, bir ısırık, saçı kavrayan bir el ya da parmağını ezen bir topuk vaad olur kaybedileni kazanmaya..

Zorlanır kelimeler yazılmaya ve sözler duyulmaya..
Amaçsız, işlevsiz ve kontrolsüzdür umur artık.. Bir çentik lazım çalıştırmaya, bir çimdik..
Küçüklüğümden aklımda kalan bir jenerik; lop beyin tokatlayan bir erkek eli..
Aslı’da hepsi bu kadar basit, hatta s.kindirik..

“Acıdı mı?”
“Evet..”
“İyi. Yaşadığını hissedersin.”

pufs!..

.

18 Ağustos 2009 Salı

Bir aşkın 5N 1K'sı...

Bazı gidenlerin ardında, varlığının kat be kat ağırı sorular kalır..

Lisedeyken ezberlettikleri 5N 1K soruları, her ayrılığın sonunda kafana takılır..
Zaten her ayrılık, ancak gazetelerin 3. sayfasına yakışır..
Ortada bir cinayet, kanlar içinde bir "gurur" ya da tanınmayacak hale gelmiş bir "aşk" kalır..

Ne?
Ne zaman?
Nerede?
Nasıl?
Niçin?
Kim?

İçlerinde cevaplaması en zor olanı "niçin"dir belki de..
"Kim"in faturası hep birinci çoğul şahısa kalır..
"Nasıl"ın cevabı çoğunlukla güzel anıları kirletecek şekilde alınır..
"Nerede" ve "ne zaman" ise en değersiz iki sorudur; aşkın zaman ve mekan kavramı yoktur..
"Ne" ise en kolayı.. Ne de olsa "aşkımız"ın cinayet haberini yazmaktayız..
Ama "niçin" sorusu asla cevaplanmaz.. Herkes bilir ama kendisine bile açıklamaz..
En fazla fısıldar, 0 da duyulmaz..

Zaten yargıçlar kanıtlanan suçların sebebiyle uğraşmaz, katil "ben yaptım" dediği zaman kırılır kalem..

Evet, ben yaptım..
Çok uzun zamana yaydım..
Bir gece, beş gece değil, yıllarca çizik attım..

Şimdi..
gitti...
Üçüncü sayfaların bile ilgisini çekmeyecek acemilikte bir cinayet işlendi..
Bir gidiş bizim için lazımdı..

Yargıç cevabıma şaşırmadı:

"sadece.. acıttı.."

14 Ağustos 2009 Cuma

Senine yürüyebilmek için,
Kanatlarımı yırttım..
Birinin bittiği yerde diğeri başlar dedin özgürlüklerin.

Sana dokunabilmek için,
Parmaklarımı kestim..
Dokunamadığın noktalardan gelir dedin anlamı hayatın.

Seninle olabilmek için
ölmeyi mi seçmeliyim şimdi öldürmeyi mi yoksa?!

6 Ağustos 2009 Perşembe

Dağınık bir odada
yaşanmışlık vardır..
Sen düzeni severdin..
Al işte!!


.

4 Ağustos 2009 Salı

Kelimeler II

Yazılsa da söylense de fark etmiyor..
Bazen bazı kelimeler bıçak keskinliğinde oluyor..
Bir ucundan diğerine gidince dilini kanatıyor..
Kimi zaman pis kanı akıtıp rahatlatıyor..
Kimi zaman da yanlış yapmanın mayhoş tadını yayıyor damağa..

Güçlüler..
Gerginler..
Hızlı ve etkililer..

Ya dilini keser, ya kulak zarını delerler..

Kelimeler..
Birinin rotası şaştı mı, ardından düzinelercesi gelir doğru hedefi vurmak için..
Gereksizdir..
Susmak, gözlerini yummak ve unutmak bazen en iyisidir..

aslı'nda hedefe giden yok ne kadar kısaysa, hedefi şaşmak o kadar olasıdır..
aslı'nda önemli olan dinlemek değil anlamaktır..
aslı'nda değerli olan kelimelerin çıktığı ağızdır..

bu yüzden aslı rahattır...

3 Ağustos 2009 Pazartesi

SEN DUVARLARI YIKTIĞINDA, BEN TANRI'YA BEDELİNİ ÖDÜYORDUM GÜLÜŞÜNÜN...

yağmur vardı
sokaklarda ölü sayısı bilinmiyor
ve ben
ilk sahibime vergi olarak sabote edilmiş hayatımı vermek zorunda bırakılıyordum.
etimin kimyası entegre devrelerine kadar arızalanmış,
yapayalnız uçuşan kızıl saçlarıyla hayatın
hüzün sırnaşığı İstanbulund ayapayalnız yaşamaya çabalıyordum.

sonra
hastane koridorlarında SSK emeklisi bir tarafım olduğunu öğrendim
haber bültenlerinde isyankar ve titrekti sesim
içimdeki genç kitap sayfalarında
inanılmaz bir ayrılık kelimesi
ve rutubetli bir ağustos pazarında
ellerimdeki beyaz cinayeti anladım.

Yağmur vardı
büyüyordum
yorgun kanatlarımı bir solukta hayata açabilmek
kendi rengime doğru uçabilmek
ve yaşamımda ilk kez bugünü, bu dakikayı
sıkıca avuçlarımda tutabilmek için formüller arıyordum.
Çünkü hayatın dzilerinin dibinde boyun eğmek bana göre değildi
bu tıpkı ortaçağ masallarında
söz de bir Müslüman tanrısı olan Termagant'ın huzurunda
hurşuna dizilmek gibi saçma birşeydi...

sonra
ünitelere ayırdım kendimi
mantık yürüttüm
alıcılarmın ayarlarıyla oynadım
ve bu kez
ben
h i ç a ğ l a m a d ı m . . .

Kelimelerim..

Yitirdiklerimle varolduğumu varsaydım hep..
Öyle kabullendim..
Böylece beni terk edenlerin hiç gitmediğini, tam aksine daha çok içime işleyip benim olduğunu hissettim..
Bunun için "Porque tambien somos loque hemos perdido"yu vücuduma kazıtacak kadar çok sevdim..

Ama son günlerde gidenlerden biri geri döndü; kelimelerim..
En yaramaz gel-gitlerim..
En kolay küsüp gidenlerim..
Bir anda, inanılmaz bir yoğunluk ve çoğullukla geri geliverdiler..
Gelmediler, beni boğacak, kustaracak kadar serildiler niyetime..

İşte o zaman fark ettim, her yitiriş bir kazanım değilmiş meğer..
İnsanları kaybetdikçe kazandım ama kelimelerim gidince hiçbir halta yaramıyor zihnim..
Sadece beyincik soğanıyla idare edebiliyorum o zamanlarda..
Silik izler bırakıyorum..
"Noktalarım ne kadar silik..."
Ama şimdi beni boğmak ister bir hücumla geri döndüler..
Hangisini önce çıkarmalı bilemiyorum..
Kusasım geliyor kulaklarımdan..
Söyleyecek çok sözüm var ama hiçbir şey yok aslı'nda..
Her başlayışım şu anki gibi bir zırvalığa dönüyor, aldığım tadlar sadece zihnimde kalıyor ve parmaklarım beceriksizleşiyor..

Tüm beceriksizliğime rağmen, mutlu oldum..
Hoş döndü kelimelerim..
Şimdi sıra "ansiklopedi"lerin...

25 Şubat 2009 Çarşamba

eskiyorum, yavaşlıyorum, uyuşuyorum..


...
infilak halinde kağıt uçaklar..
açık arttırmaya sunulmuş kalemimden sızan koku..
açık oturumda ilahi senfoniler, çöp adamlar, açık şarap şişeleri, açılmayan çantaları paraşütlerin..
...
canları sıkılan plastik emzikler ve bir sürü kuzu dolaşıyor ceplerimde...
bedenimde yaşanmışlığın tepkimesi bu..
'Pas'lanıyorum...

http://cezairr.spaces.live.com/default.aspx

24 Şubat 2009 Salı

"Ölünün arkasından konuşulmaz.."

Aslında gidene tüm borcumuz iki kelimeden ibaret:

“Helal olsun...”

Ve yeterli iki sözcük tüm uğurlama seramonisi için:

“İyi bilirdik...”

Gidene vaad edilen sonsuz huzur için kafi bu iki cümle..
Ama geride kalana yetmiyor asla..

Varlığının kaçınılmazı olan tüm kötü huylarını kapama yarışına giriyor saf tutanlar..
Sağ omuza verilen selam soldan uzun oluveriyor..
Yaşarken arkasından ne söylenmiş olursa olsun merhum bir anda kahraman ilan ediliyor..
Pişman olmak yerine inkar etmek daha çok rağbet görüyor...

Halbuki sussak.. Gideni sonsuzluğunda rahat bıraksak..

Ve sadece ardında bıraktığı o büyük gerçekle boğuşsak..

“Hayat kısa...”

Bu iki kelimelikler boyundan büyük ve hatta boyumdan büyük soru işaretleri sürüklüyor peşi sıra..

Hayat kısayla nasıl yaşamalı bunu?

"Hayat kısa eğlen, coş.." önermesine mi takılmalı?.. Düşünmekten, planlamaktan kaçıp geldiği gibi mi yaşamalı? Maceraya atılıp oradan oraya mı savrulmalı?

Peki ya tam da bir maceranın ortasındayken sıfırlanırsa sayaç? Oradan oraya atlarken elle tutulur hiçbir şey edinmemişken, damakta yoğun bir tad kalmamışken bitiverirse..

Cevabı yok..

Diğer seçenek ise elindekinin değerini bilmek.. Madem zaman dar, mesafe sınırlı.. Sahip olduklarını hoş tutup onlarla mutlu olmayı ödev edinmek..

Ama hep “acaba?” ile yaşamayı öğrenmek..

Hangisine layık hayat??
Aslında merhumun ardında bıraktığı tek şey bu hayrat...

Ama biz marifet bildiğimiz karalamaların, her gün biraz daha tükürük saçarak etrafa bıraktığımız kılükalların, çirkeflik ve bulanıklığımızın üzerini örtmekle meşgul oluyoruz..

Toprağı merhumun değil, yaptıklarımızın üzerine atıyoruz..

Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir..
İlk işimiz yalandan methiyeler dizmektir...
Zamanı gelince size de söylenecektir...